22 Kasım 2019 Cuma

Seyrin Ola

‘İnsanlar birazcık unutkan
                biraz da vefasız...’’

                               Hüzün denilen romanı bilmem kaçıncı kez okuyorum umarsızca...
İnsanlar, öfkeye bulanan sevgilerinden tadamıyor hislerini... Kırık bir plak kadar işe yaramaz ve atmaya dahi kıyılamayacak kadar özel... İçimde boğuluyorum, içim yangın yeri, içim buruk...
Tam oldu diyecekken olamayan şeyler kadar kırıklıklar var hayallerimde... Çatlaklarımdan sızan koca bir umutsuzluk var boşluğa koy verdiğim...
Aynı şarkıyı başa sarıp dinlemekten yorulmadığım dakikalarıma eş değer şu durmaksızın büyüyen sevgim. Olmayacağını bile bile direnişim niye ki?
Varsın unutsun koca bir yılı, yeni bir milada selam verişimizi varsın es geçsin..
‘Güzel şeyler hep onları beklemediğiniz zaman gerçekleşir.’diyordu biri, ne mühim cümle oysa... Yarım bıraktığım çayımın ekşiyen tadı. Zamanı en hızlı biçimde öldürüyorken hala, gerçekleşmeyen umut beni geceye yakınlaştırıyor... Oysa gece gelmeden, henüz erken diyecek kadar taze isteklerim...
Yanı başımda kimi dilesem gitmesi de aynı oranda ve hızda oluyor...
                İSTEDİĞİN BUYSA EĞER, TAMAM ÖYLE OLSUN...
Neden diye soracak birini arıyorum. Yaşadıklarıma sebep veya bir suçlu ararcasına neden diyecek bir haldeyim.
Yaprak mevsimindeyiz...
İçimizde ki kurumuşluklara, solmuşluklara inat, bir başına dururcasına dik ve bir o kadar kimsesiz.
Cümlelerim karışıyor.. Kafam kadar narince bir yerlerde parmak uçlarım. Dudağımda hafif bir melodi eşliğinde;
‘Senin eserin çal oyna seyrin ola...’


                                                                          22.11.2019


5 Ağustos 2017 Cumartesi

Altı Çizili Cümleler

''Duymak istediklerimize yeteri kadar uzak olduğumuz bir yer keşfetmek istiyorum. Bu sayede beklenti denen bu garip hissiyatı dibinden kazıyıp arınmış olacağım. Kendine iyi bak.. 

Sofia..''

Bir gidiş daha nasıl güzelleştirilebilirdi? dedi kendi kendine Glostine. Gününe anlam kattığını düşündüğü biricik Sofia'sını kaybetmiş olmaktan ziyade, gideceğini hissetmesine rağmen mutluluğuna engel olmak istememişti. Ayrılık diyerek bakmadığından bu duruma her zamankinden farklı davranmak istemediğine karar verdi.Her şeye normal yaklaşacaktı ve bu durum onu da mutlu bir şekilde yaşatmaya yardımcı olabilirdi.

Sıradan bir gün, saat işe gitmek için hazırlan dercesine 08:00'daki mesai saatinden bir saat önce çaldı. İki kişilik bir yataktan arta kalan koca bir boşluk olmasına rağmen Glostine bir yastık yanına koyarak uyumuştu. Her şeye normal bakmasının ilk adımı buydu, Sofia'nın küçücük ellerinin yüzünde dolaşması haricinde bir çok şey onun yokluğunu bastırabilir düşüncesindeydi. Yataktan kalktığında yorganını yatağın üstüne kapatmak zorunda hissetti kendini. Oysa Sofia her sabah onu güler yüzüyle uyandırır ve o hazırlanırken yatağı kapatıp, kahvaltı için portakal suyu sıkar şarkı mırıldanarak eve huzur doldururdu. Glostine tüm bunlara hazır olmadığını portakal suyunu sıkmayı unuttuğunda fark etti. Bir portakal suyunun yokluğunun verdiği hüzün değildi bu. Kahvaltı yapmak için bir sebebi olmayışıydı. Bu kadar ince düşünebilen bir adam değildi daha düne kadar bu yüzden yokluğun ne denli sarsacağından bir haberdi. Kahvaltı yapmadı, dakikalar bu boşlukları kapatacak kadar hızlı değildi. İşe erken gitmeye karar verince tüm gün yarım saat erken akmaya başladı..

Öğle arasına çıktığında bir sandviç alarak evden yanında getirdiği Sofia'nın kitaplarından birini açıp okumaya başladı. Özenle saklanmış onca kitabı kütüphanede bırakmıştı Sofia. Oysa onun için o kadar önemliydi ki, Glostine buna anlam verememişti bir türlü. Kitaplıktan rastgele aldığı kitabı okumaya başladı ama ikinci sayfada düz olmaktan ödün vermeyen bir kaç çizgi ile cümle altlarında karşılaşmaya başladı, kitap bir kadının evrene yolculuğunu anlatmaktaydı. Kapağı bile Glostine'nin dikkatini çekmemiş olsa da bütün kitapları okumanın onu rahatlatacağını ve Sofia ile konuşurcasına davranabileceğini düşünüyordu. Ancak artan çizgiler her sayfada boy göstermeye başladı. Kitaptan yeterince sıkılmış olan Glostine kalan yarım saatini altı çizili olan cümleleri okumakla geçirdi.
'Umudunuzu yitirdiğinizde ufacık şeylerin dahi sizi nasıl kendi içine çekip hiç üzülmeden harcadığını fark edeceksiniz.' Glostine bu cümlelerin Sofia'nın son zamanlardaki durgunluğuna tercümanlık ettiğini düşündü ve devam etti..
'Büyük bir karanlığın içine düştüğünüzde tek sığınağınız kendiniz olursunuz bazen. Oysa ne kadar bilmediğimiz şeyler var içimizde var olan..'
'En çok kendi evrenini tanımalı bir insan, aynadan yansıyan silüetin içini görmeli..'

Öğle arasının bitmesiyle işe dönen Glostine bir türlü odaklanamıyordu yazması gerekenlere. Kolunun biraz ilerisinde duran kitabı okumak istiyordu, altı çizili olan cümlelerde düşünmek belki de biraz kendisini izlemek istiyordu. Sofia'sının gözünden..

Eve geldiğinde saat epey geç olmuştu. Günün yorgunluğunu bir cafede oturarak işaretli cümlelerde kafa yorarak arttırdı. Bu sayede uyuması pek de zaman almamıştı.

İkinci günün evresini anlatmam mümkün değil. Ne kitaplarda okunacak altı çizili tek bir cümle ne de kahvaltıda içilecek portakal suyu kalmıştı geriye...

Boşluk

Çünkü umut, zor inşaa edilen ancak kolayca yıkılabilen bir tür sevgi temeliydi..

Güneş bugün de aynı perde aralığından odama sızıyordu.. Gözlerimin kapalıyken güneş ışığını karşılayıp açtığımda yolcu etmek istemesine şaşmamalı. İçim yoruluyor. Çiçek bahçesi olmaktan çıkan zihnim birer birer döküyor erguvanları..

Bu denli inandırmışken kendini bir kurmaca hikayeye vazgeçmek en uzak seçenek oluyor insana. Vazgeçmeyi bilmek de zor, biz bilemeyen insanlardanız.. Vazgeçtim diyip yarın tekrarını yapmaktan çekinmeyen insanlardanız.. Bitti, gidiyorum dedikten sonra dönüş bileti aramaya koyulanlardanız.. Biz küçücük bir umudu yeşertmeyi görev bilen, sevinci küçük hüznü büyük insanlardanız..

Aynaya bakıyorum..
Sahi, ne zaman?
Bu kadar mutsuz ve yorgun bir hale dönüştüm ben?
Sahi! Ne zaman?
Umudumu karamsarlığa gömüp sessizce ağladım?
Sahi!
Ne
Zaman?
Boyun eğdim ve kabullendim mutsuzluğu?

Hissedemiyorum.

Çırpınıp durdukça düşüyorum, boğuluyorum..

Zihnimde tonla fısıltı, hepsi karmakarışık.
Yüreğimde tonla umut, hepsi yorgun.
Dilimde tonla şarkı,
Melodileri durgun ve korkusuz..


Galiba insan en çok da kendisine uzakken mutlu olabiliyor. Ne bir düşünce ne bir his..

Dalga sesi işitir gibi
Başa sarıp aynı kaseti ilk hevesle dinler gibi..

Öyleyse:
İstikamet boşluk..
 En hafifinden!
  En güçlüsünden!
   En sessizinden!

8 Temmuz 2016 Cuma

Ve İnsan Kanatlarından Ayrılır Bir Gün

''ve insan kanatlarından ayrılır bir gün..''
                                          - Birhan Keskin

               Yangın yerinden farksız anlarım vardı.Küller gibi savrulup giden mutluluklarım kora dönüşüp tekrar savrulup kaybolurken aynı yerde durduğumu fark ettim. Sonraki basamağa bakmadan ayak bastığımı,sonunu görmekten korkarcasına kendimi oyaladığımı.
               Gecelerinde boğulduğum bahar ayları sonbaharın etkilerini yaşatıyor ömrüme. Pişmanlık mı? Keşkeler mi? Yoruluyorum, iki damla göz yaşına sahip çıkamayan bir bedenden bu kadar güçlü olmasını beklemek değil miydi gülünç olan? Başka bir yerde,başka bir zamanda demişler..
Doğrularımı sorguluyorum,emin olduğum şeylerden bir bir vazgeçiyorum.. Başka birinin doğrusuna sığınmama ramak kalırcasına kararsızım. Melodiler kulağımda gezinen birer uğultudan ibaret.
              Keşke.. Bazen hiç konuşmadan anlatabilsem derdimi.. Bi bakışla,bi gülüşle söyleyebilsem.. Kelimeler o kadar ağır geliyor ki.. Yaprakları bir bir dökülen,kökünü güvelerin kemirdiği bir ağacın kuruyacağını bile bile niye hala dallarını buduyoruz ki? Umuda bulanmış bi halde kanatlarından ayrılır mı hiç insan? Ayrılır elbet. Umudunun yeşerttiği yaralar asla kabuk bağlamazlar hemde..

            Güçlü durmanın en güç olduğu zamanların birinde,yarını belli olmayan hayallerimin peşinden sürüklenircesine koşuyorum.. Oysa;
               Tam da mevsimi çekip gitmelerin..
Tam da mevsimi en kuytu kalabalığa sığınmanın..
        Umutlarından kaçıp
                 Gerçeklere sığınmanın..

                                                                  Keşke!


Dilek Polat / 9.7.16

22 Ekim 2015 Perşembe

Farz-ı Fersah

Aramızda kilometrelerin olduğunu farz edeceğiz şimdi.
Uzağında, daha da uzağında bir yerlerde bulunuyor olmamın rahatsızlık vermeyeceğini sanıyorum. Ve yine sanıyorum ki bu kilometreler dakikalar geçtikçe artıyor. Yani biz öyle farz ediyoruz. Yoksa nasıl erişeceğiz bu bitmek tükenmek bilmeyen yolun sonuna? Nasıl kavuşacak bu ardım sıra bedenime gölgelik eden dağlar?

Uzağımda, daha da uzağımda bir şeyler oluyor. Tam şu anda. İçinde bulunduğumuz bu vadinin gökyüzüne erişen, zirvesine erişilmesi güç dağların yamaçlarında, buradan bin fersah uzakta bir yerlerde.. Bir şeyler oluyor.Tam yüreğimin üstünde tepiniyor zarif bir geyik, topuk seslerini işitiyorum..

Bin fersah, uzağında. 
Adamın ellerini anlamsızca hareket ettirdiğini düşünüyorum, bir kadınsa avuç içlerini aşındırırcasına alkışlıyor onu.
Alkışlar ve artan müzik.
Alkışlar ve yükselen melodinin o karşı konulamaz coşkusu..

Ve alkışlar; 
 uzağında,çok uzağında bin fersah kadar.

 Bir de günün değil de 
senin doğuşun var odama.

 Saç tellerime kadar benimlesin.



Nasıl oluyor da inceliyor parmaklarım avuç içine sığınınca
Kimsesiz yahut bir başına kalmış bir çocuk gibi.
Geçen kışı hatırlıyorum.
Soğuk havalara rağmen
Avuçlarımın içi terlerdi
Gülüşün yansıyınca dudaklarına.


Erişiyorum, avuç içlerim terliyor. Dudaklarımın kuruluğuna aldırmadan göz yaşımın tuzunu salıveriyorum ıslatmasını beklercesine yanaklarımdan aşağıya.Süzülüyor, zaman ise acımadan ilerliyor hızlı ve cürretkar.. Orkestra gururla selam veriyor, şef ise sağ elinde ki batonu ile havada bir şeyler çizercesine kıvrımlaştırarak eğiliyor ve sol elini karın hizasına getirip suratına o minnettar gülümsemesini yerleştirerek selamını tamamlıyor.
Naif ve kırılgan bir sevinçle avuç içleri aşınan kadın kalbinin böyle hızlı çarpmasına güzel anlamlar yükleyerek salondan ayrılıyor.
Alkışlar..

Şimdi ise maviliği farz edeceğiz.
Bitmek bilmeyen bir uzaklığın ortasında, beni sana seni ise bana bağlayan bir mavilik.Tan ağarırken arınan, her geçen gün daha da güzelleşen bir mavilik.
Tığ gibi incelmiş bileklerindeyiz şimdi, bir avuç maviliğimle. 
Oysa sen, öyle uzaksın ki.
Bitmek bilmeyen yolların şahı gibisin. Hep o uzaklıkta ki güzel; gel etme eyleme denecek yerdesin.
Yahut bilirim, bir gün geri döneceksin.

Uzağındayım,
Uzağımdasın;

Bileklerine kondurduğum mavilik, yüreğine uçurduğum ömürlük kelebekler kadar.
Bitmek bilmeyen yollar,bin fersah kadar
Uzağımda olduğun kadar yakın..


Dilek Polat

Elbet

https://www.youtube.com/watch?v=-BsAl6HVZ-Y

Sana kendimi hatırlatmanın bir yolu var
Biliyorum
Sana kendimi hatırlatacak bir yol var
Sana giden bir yol,
Var..
Olacak elbet..
Belki bu yola çok uzağım
Belki yıllar sonra bu yola şans eseri gideceğim
Belki bu yollar götürecek beni en sonunda sensizliğin kuytusuna
Sana kendimi hatırlatmanın bir yolu var..
Sana kendimden sonra uğramanın,
Kendimi bile es geçip nihayi sana varmanın
..
Sen en kuytusunda akşamın mağrur bir çift gözle karşımdasın şimdilerde
Yağacak yağmurlar
Sonbahardır elbet
Sığınacağım göğsüne sokulurcasına
Isınacağım hiç korlaşmayan sıcaklığınla

Tazecik bir sonbahardayız
Elbet
Kış yakın
Yağmurlar da
Yeter ki karışmasın yağmurlara yanağımdaki damla..

Biz onca kez yürüdük
Yürürüz elbet
Yollar uzun
Yollar huzura boyanmış varlığınla
ve
Koca bir sonsuzluk doğuruyor kış ufuklarımıza..

221015'
Dilek Polat